HABERLER
latest

Yaşam Psikolojisi

Yaşam/block-3

Ruh Sağlığımız

Ruh Sağlığı/block-1

Psikoloji Dünyamız

Psikoloji/block-3

Sağlıklı Yaşam

Sağlık/block-6

Hastalıklar

Hastalık/block-3

Tedavi Teknikleri

Teknikler/block-2

Uzman Röportaj

Uzman Röportaj/block-3

Doğal Tedavi

Doğal Tedavi/block-4

son yazılar

10 Aralık 2023 Pazar

10 soruda kış depresyonu testi!

10 soruda kış depresyonu testi!

Güne yorgun uyanıyor, iştahınızı kontrol edemiyor, yaptığınız işe odaklanamıyor, endişeli ve öfkeli hissediyor, sosyal ilişkilerinizde sorunlar mı yaşıyorsunuz? Bu ve benzeri şikayetler kış depresyonuna işaret edebilir! 

Acıbadem Dr. Şinasi Can (Kadıköy) Hastanesi’nden Uzman Psikolog Duygu Gökyıldırım Uslu, havaların soğuduğu, günlerin kısalarak gün ışığının yerini karanlığa ve uzun gecelere bıraktığı kış mevsiminde pek çok kişinin ruh halinde, ellerinde olmadan hatta tüm direnmelerine rağmen belirgin şekilde olumsuz değişiklikler yaşanabildiğini belirterek, bunun altında Kış Depresyonunun yattığını söylüyor. 

Yapılan bazı çalışmalarda; ülkemizde majör depresyon tanısı almış her 3 kişiden 1’inin mevsimsel kış depresyonu yaşadığının ortaya konduğunu belirten Uzman Psikolog Uslu “Biyolojik saat ve gün ışığının hormonlar üzerindeki etkisi gibi sebeplerden dolayı her insan bu ruhsal değişimi hisseder. Bazıları çok hafif yaşarken bazıları ise bu etkiyi olması gerekenden daha yoğun yaşayabilir ve genetik yatkınlığı olan kişilerde ruhsal hastalıkları da tetikleyebilir. Kış depresyonunu tüm önlemlere rağmen kendi kendinize atlatamıyorsanız uzman desteği almaktan çekinmeyin” diyor. 

Peki ‘Kış Depresyonu’nun nasıl üstesinden gelebilir, kendimizi nasıl koruyabiliriz? Uzman Psikolog Duygu Gökyıldırım Uslu 10 soruda Kış Depresyonu testi hazırladı; kış depresyonuna karşı 6 etkili önlemi anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu. 

1. Fiziksel aktiviteniz olsun

Kış depresyonundan korunmanızı sağlayacak önlemlerden biri; fiziksel aktivitenizin olması. Yapılan çalışmalar; düzenli egzersizin, halk arasında ‘mutluluk hormonu’ olarak bilinen endorfin salınımını artırırken genel ruh halinizi iyileştirmeye katkı sağladığını gösteriyor. Böylece enerji seviyeniz yükselebilir. Kış aylarının soğuk ve kasvetli yapısına karşı, müzik dinleyerek yapacağınız tempolu yürüyüşlerin ve sporun da hem fiziksel hem de ruhsal olarak fayda sağlayacağını söylüyor.  

2. Sağlıklı beslenin

Beslenmenize önem vermek, vücudunuzun ihtiyaç duyduğu sağlıklı besinleri tüketmek enerjinizi artırır. Bu süreçte abur cubur atıştırmalıklardan, tuzlu, karbonhidratlı ve şekerli hazır gıdalardan kaçınarak, taze sebze ve meyve tüketmeye özen gösterin. Sabah kahvaltılarını hamur işi ya da poğaça ile geçiştirmek yerine beyaz peynir, zeytin, yumurta ve yeşilliklerin olduğu bir kahvaltı yapmaya dikkat edin. Soğuk kış günlerinde susama hissi azaldığından su içmek için susamayı beklemeyin ve mutlaka günde iki litre su için. 

3. Güneş ışığından faydalanın

Kış aylarının soğuk ve kasvetli günlerinde güneş de nadiren yüzünü gösterirken, özellikle güneşli günlerde mutlaka dışarı çıkarak mümkün olduğunca güneş ışığından faydalanmaya çalışın. Her gün mümkün olduğunca dışarı çıkarak derin nefes alıp verin. Yapacağınız yarım saatlik bir yürüyüşle kış güneşinin içinizi ısıtmasına olanak tanımanız, kendinizi çok daha iyi hissetmenizi sağlayacaktır.

4. Sosyal ilişkilerinizi güçlendirin

Yağmurlu, karlı ve soğuk günlerde kendinizi eve kapatmayın, sosyal ortamlardan izole etmeyin. Mümkün olduğunca ailenizle ve arkadaşlarınızla görüşüp sosyal aktivitelere katılın. Sosyal ilişkilerinizi güçlü tutmanız ve sevdiğiniz insanlarla dışarıda aktivitelere katılmanız kış depresyonunun sizi etkisi altına almasını engelleyen başlıca faktörlerden biri olacaktır. 

5. Kendinize zaman ayırın

Kendinize zaman ayırarak dinlenmek, rahatlamak ve kişisel ilgi alanlarınıza odaklanmak önemlidir. Kendinize küçük zevkler verin ve hoşlandığınız aktivitelere zaman ayırın, hobi edinin. Örneğin; yıllardır çok çalmak istediğiniz müzik aletini alıp veya resim kursunu araştırıp kayıt yaptırabilirsiniz. Yeniliklere açık olun ve denemekten çekinmeyin. 

6. Stresinizi yönetmeyi öğrenin

Uzman Psikolog Duygu Gökyıldırım Uslu “Unutmayın ki stres kış depresyonunun en önemli sebeplerinden biridir. Stresinizi yönetmek ve aşırı stresten kaçınmak sonbahar depresyonu riskinizi azaltacaktır. Yoga, meditasyon, rahatlatıcı nefes egzersizi gibi teknikler stresi kontrol altına almanızda size fayda sağlayacaktır” diyor. 

10 soruda ‘Kış Depresyonu’ Testi


Uzman Psikolog Duygu Gökyıldırım Uslu aşağıdaki soruların en az 5 tanesine ‘Evet’ diyorsanız Kış Depresyonu ile karşı karşıya olabileceğinizi söylüyor. İşte, o sorular;

1.Kendinizi üzüntülü, boşlukta ya da umutsuz mu hissediyorsunuz?
2.İştahınızda değişimler olup, ya çok yiyor ya da hiçbir şey yemek istemiyor musunuz?
3.Yaptığınız etkinliklere karşı ilginizde ciddi bir azalma, zevk alamama durumu mu var?
4.Endişeli mi hissediyorsunuz?
5.Öfkeli davranışlarda bulunuyor, hatta bazen kendinizi tanıyamıyor musunuz?
6.Geçmişinizle daha sık hesaplaşıyor, geçmişe dönük pişmanlık ve suçluluk mu hissediyorsunuz?
7.Son dönemde cinsel istekte azalma mı yaşıyorsunuz?
8.Uyku sorunları mı yaşıyorsunuz? Ya çok uyuyor ya da uyku tutmuyor mu?
9.Kendinizi halsiz hatta bitkin mi hissediyorsunuz?
10.Evden çıkmak istemiyor, sosyal ortamlara katılmaktan kaçınıyor musunuz?

8 Aralık 2023 Cuma

Ruh sağlığınıza iyi gelecek 10 tavsiye

Ruh sağlığınıza iyi gelecek 10 tavsiye

Her insan gündelik yaşamda çeşitli problemlerle karşı karşıya kalıyor. Bu problemlere daha dirençli bir şekilde göğüs gerebilmek için sağlıklı bir yaşam hedeflenerek hem bedensel hem ruhsal sağlığın bütünsel olarak korunması gerektiğini belirten Uzman Psikolog Ezgi Dokuzlu, “Ruh sağlığımızdaki olumsuzlukları ihmal ettiğimizde, geri plana itip bastırdığımızda; zaman içinde daha zorlu, daha büyük bir psikolojik sorunla karşılaşma ihtimalimiz de artabilir. Yaşam kalitemizin düşmemesi açısından gerektiğinde uzman desteği almaktan çekinilmemeli” açıklamasında bulundu.

Ruh sağlığıyla ilgili araştırmalara göre kişilerin günlük yaşamlarında olumsuzluklara ve işlevsellik kayıplarına yol açan her 10 hastalıktan 5’ini ruh sağlığıyla ilgili hastalıklar oluşturuyor. Bunların başında depresyon, bipolar bozukluk, şizofreni ve obsesif kompulsif bozukluğun geldiğini açıklayan Anadolu Sağlık Merkezi Uzman Psikolog Ezgi Dokuzlu, “Toplumda çok yaygın olan bipolar bozukluk, şizofreni ve obsesif kompulsif bozukluk gibi psikolojik sorunlar tedavi edilmediğinde daha çok işlev kayıplarına, ailesel sorunlara ve kişinin başka kişilere fiziksel ya da psikolojik zarar vermesine kadar gidecek sonuçlar doğurabiliyor” uyarısında bulundu.

Toplumsal baskılar sebebiyle tedaviden mahrum kalınabiliyor

Güncel araştırma sonuçlarına göre her dört kişiden birinin yaşamı boyunca bir ruhsal hastalıkla mücadele ettiğini söyleyen Uzman Psikolog Ezgi Dokuzlu, “Üstelik bu kişilerin büyük bir kısmı toplumsal baskı ve önyargılar nedeniyle bir uzman desteğine başvuramıyor. Her birimizin zaman zaman sorunlarla karşılaştığı, bunaldığı ve zorlandığı dönemler olabilir. Her ne kadar çevremizde sevdiklerimiz veya fikir alabileceğimiz kişiler olsa da bazen bir profesyonelden yardım alma ihtiyacı ağır basar. Nasıl ki vücudumuzda bir yara olduğunda tedavisi varsa, ruh sağlığımızda da birtakım yaralar olabilir ve bunların da tedavisi mümkün” dedi.

Psikolojik destek almak için gün yüzüne çıkmış bir rahatsızlık olması şart değil

Psikolojik desteğe başvurmak için belirli bir sorun yaşamaya gerek olmadığını vurgulayan Uzman Psikolog Ezgi Dokuzlu “Duygu, düşünce ve bunların etki ettiği davranışlar üzerine konuşmak, farkındalığı artırmak, kendinizi keşfetmek ve yaşamınızı daha verimli daha kaliteli hale getirmek için de destek alabilirsiniz. Yaşam kalitenizin bozulduğunu hissettiğinizde, konsantrasyon ve verimlilik konusunda zorlandığınızı düşündüğünüzde bir uzman desteğine başvurmaktan kaçınmayın” tavsiyesinde bulunarak ruh sağlığına iyi gelebilecek 10 öneriyi paylaştı:

Durumu kabullenerek başlayın

Kendinizi iyi tanıyın, başkaları ile kendinizi kıyaslamayın. Olduğunuz halinizle kendinizi kabul edin ve bu halinizi geliştirmeye çalışın. Ruh sağlığı ve yaşam hayat boyunca her zaman iyi olmak zorunda değil. İnişler ve çıkışlar yaşanması çok doğal. Karşınıza çıkabilecek sorunlar bazen öğretici bazen ise doğru yolda gitmediğinizin işaretçisi olabilir. Tüm olumsuzluklar karşısında yenik hissetmek yerine onları sizi geliştiren araçlar olarak görün ve kabullenin.

Stres faktörlerini azaltın

Elbette ki stresin tamamen olmadığı bir hayat mümkün değil ancak kaliteli yaşam ve ruh sağlığı için stres faktörlerini olabildiğince azaltmaya çalışın. Stresinizi kontrol altında tutmak için birçok başa çıkma yöntemi mevcut fakat bu yöntemleri tek başınıza uygulamakta zorlanıyorsanız veya bu yöntemler yeterli gelmiyorsa bir uzman desteğine başvurmanız gerektiğini unutmayın. 

Bilinçli farkındalık ile anda kalmaya çalışın 

Bilinçli farkındalık; zihnimizi şimdiye, buraya, bu ana getirmemiz için bize yardımcı olur. Bu farkındalık hali, yaşamınızdaki sorunlarla başa çıkmak için sorununuza veya içinde bulunduğunuz duruma odaklanmanıza yardımcı olur. Bu öz farkındalıkla birlikte içinde bulunduğunuz zamanın daha anlamlı daha değerli ve daha verimli olması için anda kalmaya özen gösterin.

Düzenli uyuyun ve sağlıklı beslenin 

Düzenli uyumak, kafein alımını sınırlamak, uykudan en az 2 saat önce yemek yemek, düzenli egzersiz yapmak, yatak odasını; sessiz, karanlık ve hafif serin duruma getirmek gibi basit uyku hijyeni düzenlemelerine dikkat edin. Sağlıklı uykunun psikolojik iyi oluş için temel olduğunu unutmayın.

Düzenli egzersiz yapmaya çalışın 

Yapılan araştırmalara göre düzenli egzersiz yapanlar, yapmayanlara göre daha az stresli yaşamlara sahip bu yüzden kısa sürelerde de olsa mutlaka düzenli egzersiz yapın. 

Sevdiklerinizle iletişim kurun

Kişinin anlaşıldığını hissetmesi, duygu ve düşüncelerini paylaşması iyileştirici bir güce sahiptir. Bu sebeple sevdiklerinizden destek almaktan ve yardım istemekten çekinmeyin.

Yeniliklere açık olun 

Her yeniliğin beraberinde zorluklar ve kolaylıklar getirebileceğini göz önünde bulundurun ve bu durumlara karşı hazırlıklı olmaya çalışın. Karşılaşacağınız zorluklarla başa çıkmak için daha önce buna benzer zorluklarla nasıl başa çıktığınızı hatırlayın.

Gerçekçi hedefler koyun 

Umutsuzlukla ve karamsarlıkla daha kolay başa çıkabilmek için ulaşılması zor hedefler belirleyip hayal kırıklığına uğramaktansa küçük hedefleri adım adım gerçekleştirin veya gerektiğinde hedef değiştirin.

Beklentileri gözden geçirin 

Yaşamdan, kendinizden ve çevrenizdekilerden beklentilerinizi tekrar tekrar gözden geçirin. Gerektiği takdirde koşullara veya şartlara uygun olmayan, sizi yoran, karşılanması zor beklentilerinizi değiştirin. 

Kendinize mutlaka vakit ayırın 

Her gün birkaç dakikanızı hobilerinize ve iş yerinde birkaç dakikanızı sadece durmak, dinlenmek için ayırın. Vereceğiniz küçük molalar zihninizi ve ruhunuzu tazeleyeceği gibi daha az yorulmanıza yardımcı olur.

7 Aralık 2023 Perşembe

'Tam da dilimin ucunda' ya da 'şey' demeye başlatıyor!

Sık sık “tam da dilimin ucunda” ya da “şey” demeye başlatıyor!


Son günlerde en çok konuşulan hastalıklardan biri, ünlü oyuncu Bruce Willis’in artık aktörlüğü sürdüremeyecek olmasına yol açan Primer Progresif Afazi (PPA) hastalığı oldu. 

Çağın korkulan hastalığı demansın görece daha az görülen bir alt tipi olan Primer Progresif Afazi, beynin dil fonksiyonlarından sorumlu alanlarındaki ilerleyici hasara bağlı olarak gelişiyor ve kişinin günlük yaşam aktivitelerini etkiliyor. Acıbadem Üniversitesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Acıbadem Taksim Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Seçkin “En sık demansa yol açan hastalık Alzheimer hastalığı olduğundan ve Alzheimer hastalığının en sık görülen belirtisi de unutkanlık olduğundan dolayı demans eşittir unutkanlık tarzında genel bir algı söz konusudur. Oysa ki demansın tek belirtisi unutkanlık olmadığı gibi bazı demans hastalarında belirgin unutkanlık olmaksızın bilişsel etkilenme görülebiliyor. Dil bozuklukları yani “afazi” de bu belirtilerden biri olabiliyor” diyor. 

Nöroloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Seçkin, Primer Progresif yani ilerleyici Afazi hastalığının 3 önemli belirtisini anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.  

Dil ve iletişim becerilerinde bozulma! 

Demans, bilişsel fonksiyonlarda ilerleyici bozulma ile karakterize bir hastalıktır. Bilişsel fonksiyonlar deyince kast edilen bellek, dikkat, yürütücü işlevler (hesaplama, karar verme, muhakeme vb), görsel-mekansal işlevler (obje ve yüz tanıma, yön bulma vb) ve dil fonksiyonlarıdır. En sık demansa yol açan hastalık Alzheimer hastalığı olduğundan ve Alzheimer hastalığının en sık görülen belirtisi de unutkanlık olduğundan dolayı ‘demans eşittir unutkanlık’ tarzında genel bir algı söz konusudur. Oysa ki demansın tek belirtisi unutkanlık olmadığı gibi bazı demans hastalarında belirgin unutkanlık olmaksızın bilişsel etkilenme görülebilir. Dil bozuklukları yani “afazi” de bu belirtilerden biri olabilir. Dil bozukluğunun ön planda olduğu demans tipine Primer Progresif Afazi (PPA) adı verilir. PPA hastalarında dil ve iletişim becerilerinde bozulma ön plandadır.

‘Tam da dilimin ucunda’ ve ‘şey’ kelimelerinı sık kullanmaya başlama!

Bazı hastalarda konuşma akıcı gibi görünse de anlamsız kelimeler kullandıkları için söyledikleri anlaşılmaz. Bu hastalar duydukları veya okudukları kelimeleri de anlamakta zorlanırlar. Örneğin; yemekte “ekmek ister misin” diye sorulduğunda “ekmek ne?” diye yanıt verebilirler. Bir grup hastada ise belirgin anlama bozukluğu olmayabilir ama bu hastalarda konuşma akıcılığı bozulmaya başlar, hatta dilbilgisi hataları görülebilir. Adeta Türkçe’yi yeni öğrenen bir yabancı gibi konuşmaya başlayabilirler. Son yıllarda tanımlanan yeni bir hasta grubunda ise anlama da dilbilgisi de korunduğu halde kelime-bulma güçlüğünün ön planda olduğu gösterilmiştir. Bu hastalar özellikle hastalığın erken dönemlerinde söyleyecekleri kelimeler akıllarına gelmediğinde “tam da dilimin ucunda” diyebilirler veya “şey” kelimesini eskiye oranla daha sık kullanmaya başlayabilirler. 

Anksiyete ve duygudurum bozuklukları artıyor!

Nöroloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi “PPA hastalarında en çok dil fonksiyonları etkilenir ancak hastalık ilerledikçe diğer bilişsel fonksiyonları da etkilemeye başlar. Yakın zamanda Cognitive and Behavioral Neurology Dergisi’nde yayınlanan bir çalışmamızda; PPA hastalarındaki sözel bellek bozukluklarını gösterdik. Ancak aynı hasta grubunda görsel bellek fonksiyonları korunmuştu. Bu da tipik Alzheimer hastalığı ile PPA’nın ayrıldığı konulardan birisi. Hastalık ilerlese de PPA hastalarında görsel bellek fonksiyonları geç döneme kadar korunabiliyor. Bazı hastalarda özellikle dikkat ve yürütücü işlev bozuklukları gelişebiliyor. Bir başka çalışmamızda ise; PPA hastalarında ciddi düzeyde anksiyete, ilgisizlik, kayıtsızlık ve sinirlilik ile karakterize duygudurum bozuklukları olabileceğini gösterdik” diyor. Dil ve iletişim problemlerinin yanı sıra, hastalığın neden olduğu nöropsikiyatrik bozukluklar da afazi hastasına bakımveren aile bireyleri için ciddi sıkıntılar oluşturabiliyor. 

Kelime bulma güçlüğü ‘basit unutkanlık’ olarak görülüyor, ama!


Nöroloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Seçkin, dünyada ve ülkemizde hastalığın erken tanısı ve tedavisi ile ilgili çalışmaların hızla devam ettiğini belirterek şöyle konuşuyor: “Primer Prograsif Afazi hastalığını ortadan kaldıracak veya ilerlemesini durduracak bir tedavi henüz mevcut değil. Ancak yeni ilaç çalışmaları beyinsel hasarı yavaşlatma konusunda umut vermektedir. Kullanıma geçildiğinde PPA hastaları da tıpki Alzheimer hastaları gibi bu ilaçlardan yararlanabileceklerdir. Ayrıca, erken evrelerde başlanan dil-konuşma terapileri hastaların ietişim becerilerini daha uzun süre korumalarını sağlayabilmektedir. Ancak belirgin unutkanlık yakınmaları olmadığı için veya afazinin erken belirtisi olan isimlendirme ve kelime-bulma güçlüğü ‘basit unutkanlık’ olarak değerlendirildiği için PPA hastalarının bir nöroloji uzmanına başvurmakta gecikiyor. Oysa kişinin dil ve iletişim becerilerindeki gerilemesi konusunda farkındalık oluşması, demans hastalığının erken dönemde tespit edilmesi için de yararlı olacaktır.”

6 Aralık 2023 Çarşamba

Akran zorbalığına çözüm önerisi

Akran zorbalığına çözüm
‘Kimseyi sevmek ya da övmek zorunda değilsiniz, ama merhametli ve vicdanlı davranmalısınız’ öğretisi akran zorbalığının önüne geçer

Çocukluk ve ergenlik dönemi, gelişimin en hızlı olduğu dönemler olup bu dönemde bedensel, zihinsel, sosyal-duygusal değişimlerle karşı karşıya oldukları zamandır. Tüm bu değişiklikleri ve zorlukları bir arada yaşamak zorunda kalan çocukların /gençlerin karşılaştığı en büyük zorluklardan biri ise akran zorbalığıdır. Zorbalık kavramı, özellikle okul döneminde “Bir öğrencinin ya da öğrencilerin başka bir öğrenciyi veya öğrencileri olumsuz etkilerine tekrar tekrar maruz bırakmak” olarak da tanımlanmaktadır. Bahsedilen “Olumsuz etkiler”, öğrencilerin rahatsız olmalarının yanı sıra aynı tür olumsuz davranışlardan zarar görmelerini de içerir; aynı zamanda birine zarar vermeye teşebbüs ederek, birine sözlü veya fiziksel olarak kasıtlı olarak zarar vererek de yapılabilir. 

Yeni Yüzyıl Üniversitesi Gaziosmanpaşa Hastanesi Uzm. Klinik Psikolog Ahmet Fahri Karabudak ‘Akran zorbalığı’ hakkında açıklamalar yaptı ve ‘Empati, saygı, merhamet, vicdan muhasebesi gelişiminin zorbalığa karşı çözümcül’ bir yaklaşım olacağını ifade etti. 

Davranışı “zorbalık” olarak tanımlamak için, rakipler arasında "eşitsiz bir güç" olmalıdır ve bu gücün "kalıcı" ve "kasıtlı" olması gerekir. Okulda zorbalık, farklı boyutlarda zorbalık davranışına tanık olan ve okul çevresindeki birçok öğrenciyi etkilemektedir; bu nedenle önlenmesi gereken önemli bir sorundur. 

Akran zorbalığı;

  • Fiziksel zorbalık
  • Sözel zorbalık
  • Psikolojik/duygusal zorbalık
  • Cinsel zorbalık
  • Siber zorbalık şeklinde çeşitlendirilebbilir.

Teknolojinin gelişmesi ve son dönemde eğitim ve iş hayatının “online” hale gelmesi sosyal medya kullanım alışkanlıkları ile birlikte siber zorbalığı oldukça yaygın daha kolay uygulanabilir hale getirmiştir.

Bir çocuğun akran zorbalığına başvurmasının birden çok nedeni olabilir. Ailesinden yeteri düzeyde sevgi görmemiş, ihmal edilmiş, ya da aile ilişkileri kötü olan bir çocuk olabileceği gibi, her isteği yapılan, sürekli el üstünde tutulmuş bir çocuk da isteklerinin elde edilmesi adına akran zorbalığına başvurabilir.

Zorbalığa uğrayan taraf kadar uygulayan tarafın da sadece yaşadıkları dönem değil ileride de ciddi problemlerle karşılaşması olasıdır. Karakter gelişiminin oldukça önemli olduğu bu dönemlerde zorbalığa uğrayan kişinin ciddi özgüven problemleri yaşaması ilerideki tüm hayatını etkileyeceği gibi; uygulayan tarafında davranışlarında sınırlar olmaması gelecekte içinde bulanacağı eğitim ya da iş hayatında dışlanmasına neden olabilecek ya da suça meyilli davranışlar sergilemesini mümkün kılacaktır.

Tüm bu sebeplerden dolayı zorbalıkla başa çıkma hem mağdur hem de zorba merkezli yönetilmelidir. Bu hususta aileler, öğretmenler, psikoeğitimler ile bilgilendirilmeli, gerekli durumlarda mağdur ve zorba psikolojik destek ve terapi programlarına dahil edilmelidir. 

Zorbalığa uğrayan çocukların aileleri, çocuğa karşı oldukça güven verici ve destekler bir tutum sergilemelidir. Özellikle “sen kendini neden savunmadın”, “sen de aynısını yap”, “altta kalma”  çözümü daha olumsuz hale getire yaklaşımlardan kaçınılmalı ve kişinin tekrar aynı olumsuzluğun yaşanması durumunda ebeveynler ile paylaşmaktan çekinir hale getirilmemelidir.

Zorbalığa eğilim göstermemek ya da zorbalığa maruz kalmamak için en etkili çözüm ise; ebeveynlerin çocuklarına temelden vereceği empati, saygı, merhamet, vicdan duygularını geliştirmek olmalıdır. Kimseyi sevmek değil ama saygı duymak ve insani duygularla yaklaşmayı öğretmek, örnek olmak, teşvik etmek esas amaç olmalıdır. 

5 Aralık 2023 Salı

Duygusal şiddet, psikolojik yaralar açıyor

Duygusal şiddet, psikolojik yaralar açıyor

Kadına yönelik şiddet sadece fiziksel açıdan değil, ekonomik, cinsel ve duygusal şiddet şeklinde yaşanabiliyor. 


Duygusal şiddet, aşırı biçimde eleştirmek, tehdit etmek, aşağılamak, hakaret etmek, utandırmak, hiç iletişime geçmemek, duygusal olarak ihmal etmek, yalan söylemek, küçümsemek, görmezden gelmek şeklinde ortaya çıkıyor. Psikolojik şiddetin stres ve travmaların yanı sıra depresyon gibi ağır psikolojik sorunlara yol açtığını belirten uzmanlar, destek ve zamanında müdahalenin önemine işaret ediyor.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü, 1999 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından ilan edildi. Bu çerçevede, her 25 Kasım’da tüm ülkelerde çeşitli etkinlikler düzenleniyor, kadına yönelik şiddet konusunun gündeme gelmesi, tartışılması ve farkındalık yaratılması sağlanmaya çalışılıyor.

Üsküdar Üniversitesi NP Etiler Tıp Merkezi Uzman Klinik Psikolog Meral Sarıkaya, kadına yönelik şiddetin sadece fiziksel değil, duygusal şiddet şeklinde de görüldüğünü söyledi.

Şiddet hem fiziksel hem duygusal boyutlu

Dünya Sağlık Örgütü tarafından şiddetin, “Yaralanma, ölüm, psikolojik zarar ve kayıp ile sonuçlanan veya bunlarla sonuçlanması muhtemel olan, kişinin kendisine,başka bir kişiye, bir gruba veya topluluğa karşı fiziksel şiddet vegücün tehdit veya fiili olarak kasıtlı kullanımı” şeklinde tanımlandığını belirten Uzman Klinik Psikolog Meral Sarıkaya, kadına yönelik şiddetin ise “Bireyin cinsiyeti nedeniyle uygulanan fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel yönden zarar görmesiyle sonuçlanan her türlü tutum ve davranış” şeklinde tanımlandığını söyledi.

Duygusal güç kullanılıyorsa psikolojik şiddet ortaya çıkıyor

Uzman Klinik Psikolog Meral Sarıkaya, “Kadını kontrol etmek, aşağılamak, cezalandırmak amacıyla bedensel güç kullanılıyorsa fiziksel şiddet, duygusal güç kullanılıyorsa psikolojik şiddet, cinsel anlamda güç kullanılıyorsa cinsel şiddet ve maddi güç kullanılarak üstünlük kuruluyorsa ekonomik şiddet ortaya çıkar. Türkiye’de kadına yönelik aile içi şiddet araştırmasına (2009) göre, ülke genelindeki kadınların %39’u fiziksel şiddet, %15’i cinsel şiddet yaşarken, %42’si iki şiddetten en az birini yaşadığını belirtmektedir” dedi.

Aşırı şekilde eleştirmek ve aşağılamak duygusal şiddettir

Duygusal şiddetin (psikolojik şiddet) ilişkide güç kazanmak ve ilişkinin kontrolünü ele almak amacıyla uygulandığını belirten Uzman Klinik Psikolog Meral Sarıkaya, “Duygusal şiddet uygulayan kişiler çoğunlukla karşısındaki kişi üzerinde otorite kurmaya çalışmakta olup, büyük oranda tehdit içeren mesajlar verirler. Bunlardan bazıları; aşırı biçimde eleştirmek, tehdit etmek, aşağılamak, hakaret etmek, utandırmak, hiç iletişime geçmemek, duygusal olarak ihmal etmek,yalan söylemek, küçümsemek, görmezden gelmek şeklinde sayılabilir” dedi.

Anksiyete bozukluğu, bağımlılık ve depresyon gelişebilir

Psikolojik şiddetin zamanla farklı psikolojik sorunların doğmasına ve kişide değersizlik duyguları hissetmesine sebep olduğunu kaydeden Sarıkaya, “Şiddete maruz kalan kadınlar suçluluk, yalnızlık, korku, çaresizlik, kendine güvensizlik, gerginlik ve huzursuzluk gibi duygulanımları yoğun biçimde yaşamakta bunun sonucu olarak bu bireylerde akut stres bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, anksiyete bozuklukları, alkol madde bağımlılığı, depresyon gibi bir çok psikiyatrik rahatsızlık görülme olasılığı ortaya çıkmakla birlikte kendine zarar verme davranışları veya intihar girişimleri de görülebilmektedir” uyarısında bulundu.

Çocukluğunda şiddet gören şiddet uyguluyor

Çocukluğunda şiddet gören bireylerin, “şiddet uygulayan bir yetişkin olma” açısından artmış risk taşıdığına dikkat çeken Sarıkaya, “Çocuklukta şiddete tanık olmak da artmış şiddet davranışları gösterebilme ile ilişkili olabilmektedir. Aile içinde yaşanan şiddetin müdahale edilmeksizin sürmesi, çocuklarda pek çok yakın ve uzun dönemli ruhsal sorunayol açabildiği gibi, çocuk tarafından model alınmasına, sorunlar karşısında bir çözüm yolu olarak uygulanmasına ve bu şekilde şiddetin nesil nesilden aktarımına dayol açabilmektedir. İstismara uğrayan çocukların %30’u yetişkinliğinde şiddet kullanırken uğramayanlarda bu risk sadece %2-4 oranındadır” dedi.

Meral Sarıkaya, kadına yönelik şiddetin önlenmesinin öncelikle toplumun böyle bir sorunun varlığının farkında olması ile başladığını belirterek bu farkındalık çalışmalarına erkeğin de mutlaka katılımının gerçekleşmesinin sağlanması gerektiğini ifade etti.

Kadınların yardım isteyecekleri kurumları öğrenmesi önemli

Uzman Klinik Psikolog Meral Sarıkaya, şiddete maruz kalan kadınların kendilerini korku ile birlikte belirsizlik içinde hissederek çaresizlik hissi ile beraber yardım arama davranışını eyleme geçirmekte zorlanabildiklerini söyledi. Bu nedenle öncelikle şiddete maruz kalan kadınların yardım ve destek alabilecekleri kaynaklar hakkında bilgi sahibi olup bilinçlenmelerinin önemli olduğunu söyledi. Meral Sarıkaya, tavsiyelerini şöyle sıraladı:

“Böyle bir durum ile karşılaşıldığında vakit geçirmeden destek alabilecekleri kurumlara başvurmalıdırlar. Yaşamlarını şiddet görmeyecekleri bir ortamda yeniden kurmaları noktasında mücadelelerini sürdürmelidirler. Bu noktada şiddete maruz kalan kadınların psikiyatrik ve psikolojik tedavileri önemli bir basamak oluşturmaktadır. Eğer psikiyatrik bir rahatsızlık ortaya çıkmış ise psikiyatrik tedavileri ile birlikte psikoterapi desteği alarak öncelikle ruhsal olarak tedavi olup güçlenmeleri, bireylerin yaşamlarını tekrar kurabilmeleri açısından birincil derecede önem arz etmektedir.

Şiddete uğrayan kadınlar şu kurumlardan destek alabilirler: Aile, Kadın, Çocuk ve Özürlü Sosyal Hizmet Danışma Hattı Alo 183 , ALO 155 Polis İmdat, ALO 156 Jandarma İmdat,112 ACİL, 0212 656 96 96 Aile İçi Şiddet Acil Yardım Hattını arayabilirler. Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğünde veya Aile ve Sosyal Politikalar İlçe Müdürlüğünde, Aile Danışma Merkezleri ve Toplum Merkezlerinde ücretsiz olarak danışmanlık, rehberlik, yönlendirme hizmetleri alabilirler. ŞÖNİM (Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi) şiddet uygulayan ve şiddete maruz kalanlara yönelik verilen tedbirlerin etkin olması için izleme yapan birimlerdir. Bu merkezlerde hukuki, psikolojik, mesleki ve danışma gibi farklı alanlarda hizmetler sunulmaktadır. Ayrıca sığınma evleri ya da diğer adıyla konukevleri, şiddete uğrayan veya risk altındaki kadınların varsa beraberlerindeki çocuklarıyla birlikte, geçici süre ile barınma ihtiyacının karşılanması amacıyla kurulmuştur. Bu hizmeti başta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü olmak üzere, sivil toplum kuruluşları, belediyeler, kaymakamlıklar ve valilikler yürütmektedir.”

4 Aralık 2023 Pazartesi

Modern çağın salgın hastalığı: Aşırı öfke!

Modern çağın salgın hastalığı: Aşırı öfke!

Gün içerisinde kaç kere kendinizi ‘sesinizi yükseltmiş, çenenizi ve yumruklarınızı sıkmış, kaşlarınızı çatmış buluyorsunuz? Ya da kalp atışlarınız hızlanmış, sinirden aşırı terlemiş, başına ağrı saplanmış ve fiziksel olarak titrerken! Pek çok kişi ‘sayısız kere’ diyor şüphesiz; zira son yıllarda hızla yaygınlaşan, modern çağın yaygın endişesi haline dönüşen öfke sorunu 7’den 70’e herkesi etkisine almış durumda! Ancak dikkat! 

Acıbadem Maslak Hastanesi’nden Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan atalarımızın “Keskin sirke, küpüne zarar” sözü misali; aşırı öfkenin kişinin ruhsal ve fiziksel sağlığının yanı sıra, sosyal ilişkilerini ve kariyerini de tehdit ettiğini belirterek “Öfke aslında tamamen normal ve genellikle sağlıklı bir duygudur. Ancak öfkenin hayatımızın kontrolünü ele geçirmesine izin verdiğimizde yaptığımız her şeyi olumsuz etkiler. Sağlığımızı kaybetmemize neden olabilirken, sevdiklerimizle olan ilişkilerimiz zarar görür, çalışma hayatımızda sorunlara neden olabilir” diyor. Öfkeyle baş etmenin yollarını bulmanın çok önemli olduğunu, gerekirse uzman yardımı almaktan kaçınmamak gerektiğini vurgulayan Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan, öfkeyi kontrol etmenin 10 etkili yolunu anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu. 

Sebebini belirleyin

Öfkenizi tetikleyen unsurların farkına varın ve uzak durulması mümkün olan tetikleyici etkenlerle aranıza mesafe koyun. Eğer mesafe koymanız ya da hayatınızdan uzaklaştırmanız mümkün olmuyorsa, günlük yaşamda sık sık karşılaşmanız gerekiyorsa bazı öfke yönetimi tekniklerini uygulayabilirsiniz. Öfke kaynaklarının farkında olmak, gününüzü farklı şekilde yapılandırmaya ve tahammül sürenizi uzatmanıza yardımcı olabilir. Soğukkanlılığınızı koruyamadığınız için insanları veya dış koşulları suçlamamanız gerektiğini unutmayın. 

Egzersiz yapın

Egzersiz yapmak yalnızca fiziksel sağlığınız için değil, aynı zamanda mental sağlığınız için de faydalıdır. Klinik Psikolog Gürdoğan “Öfke size bir enerji akışı sağlar. En iyi öfke yönetimi, kelimenin tam anlamıyla egzersiz yapmak ve fiziksel aktiviteye katılmaktır. İster hızlı bir yürüyüşe çıkın, ister spor salonuna gidin, egzersiz yapmak ekstra gerilimi yakabilir ve tahammül seviyenizi arttırabilir. Ayrıca egzersiz, zihninizi temizlemenize de olanak tanır. Uzun bir koşunun veya zorlu bir antrenmanın ardından, sizi neyin rahatsız ettiğine dair daha net bir bakış açısına sahip olduğunuzu fark edebilirsiniz” diyor. 

Uyarı işaretlerinizi tanıyın

Öfkeniz arttığında hala uyarı işaretleri olması muhtemeldir. Bunları erken tanımak, öfkenizin kaynama noktasına ulaşmasını önlemek için harekete geçmenize yardımcı olabilir. Yaşadığınız öfkenin fiziksel uyarı işaretlerini düşünün. Belki kalbiniz daha hızlı atıyor ya da yüzünüz ısınıyor. Belki de yumruklarınızı sıkmaya başlarsınız. Ayrıca bazı bilişsel değişiklikleri de fark edebilirsiniz. Belki zihniniz yarışıyor ya da “kırmızı görmeye” başlıyorsunuz. Uyarı işaretlerinizi tanıyarak, anında harekete geçme ve daha büyük sorun yaratacak şeyleri yapmaktan veya söylemekten kendinizi alıkoyma fırsatına sahip olursunuz. Nasıl hissettiğinize dikkat etmeyi öğrenin; böylece uyarı işaretlerini tanıma konusunda daha iyi olursunuz.

Mola verin

Kendinize bir mola verin. Başkalarından kendinizi soyutlayacağınız uygun zamanlar yaratın ve bu süreyi sessiz şekilde duygularınızı nötr hale getirmeye odaklayın. Hatta ister gece ister gündüz kendinize ayıracağınız bu zaman dilimini o kadar faydalı bulabilirsiniz ki, bunu günlük rutininize dahil etmek isteyebilirsiniz.

Meditasyon yapın

Yapılan bilimsel çalışmalara göre; meditasyonun öfke kontrolünü sağlamada ve insan duygularını kontrol etmede son derece faydalı olduğunu vurgulayan Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan “Derin nefes egzersizleri gibi basit meditasyon teknikleriyle işe başlayabilirsiniz. Günlük yaşantınıza mutlaka nefes egzersizlerini ekleyin” diyor. 

Kin tutmayın

Affetmek güçlü bir araçtır. Öfkenin ve diğer olumsuz duyguların olumlu duyguları gölgede bırakmasına izin verirseniz, kendinizi kendi kırgınlığınız veya adaletsizlik duygunuz tarafından yutulmuş halde bulabilirsiniz. Sizi kızdıran birini affetmek, hem durumdan ders çıkarmanıza hem de ilişkinizi güçlendirmenize yardımcı olabilir.

Sağlıklı beslenin 

Günümüzde çok sayıda bilimsel çalışmanın, beslenme-öfke bağlantısının geçerliliğini desteklediğini belirten Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan şöyle konuşuyor: “Örneğin; trans yağ asitlerinden zengin bir beslenme, artan saldırganlıkla doğrudan bağlantılıyken, omega 3 eksikliği de sinirliliğe yol açabilen depresyonla ilişkilendirilmiştir. Avusturalya’da araştırmacıların üç aylık bir denemesinde ise; sağlıksız beslenen ve orta/ şiddetli depresyonla mücadele eden katılımcılar izlenmiş; Akdeniz diyetine yönelen kişilerin yüzde 32’sinin depresif belirtilerde tamamen gerileme yaşadığı, sağlıksız beslenen ancak genel grup terapisi alanlarda bu oranın yüzde 8 olduğu görülmüştür.”

Öz farkındalığınızı geliştirin 

Öfkenin en yaygın öncülleri arasında; stres, kaygı, korku, depresyon, yorgunluk veya incinme yer alır. Özfarkındalık geliştirerek duygularımızı tanımayı ve etiketlemeyi öğrenebilirsek, bu farkındalık bize öfke duygularına en iyi nasıl tepki vereceğimizi belirlememiz için zaman verecektir. İnsanın öfke duygularına nasıl tepki vereceğini genellikle kendi ailesinden öğrendiğini belirten Klinik Psikolog Gürdoğan “Öğrenilen herhangi bir davranış unutulabilir ve duygusal zekadaki becerilerin geliştirilmesi öğretilebilir. Özfarkındalık için profesyonel bir destek almak etkili olabilmektedir” diyor.

Tepki vermeden önce 1 saniye durun ve!

Sizi sinirlendiren bir durumla karşılaştığınızda tepki vermeden önce bir saniye durun ve kendinize ‘sakin olmanız’ gerektiğini hatırlatın. Kendinizi sakinleştirmek için nefes alış-verişinize odaklanabilir veya sakinleştiğinizi hissedene kadar saymayı deneyebilirsiniz. Eğer öfkenizi bastıramıyorsanız konuşmanızı bir süre erteleyin.

Yeterli ve kaliteli uyuyun 

Yapılan bilimsel çalışmalar; uyku yoksunluğu ile artan öfke ve saldırganlık gibi ruh hali değişiklikleri arasındaki bağlantıyı destekliyor. Klinik Psikolog Oğuzhan Gürdoğan; her gece yeterli miktarda ve kaliteli uykunun öfke ve saldırganlığı azalttığını belirtiyor. Kaliteli bir uyku için yatağınızı, televizyon izlemek ya da yemek yemek için değil uyku aracı olarak kullanmanız, uyku rutini oluşturmanız ve odanızın karanlık olmasına özen göstermeniz gerekiyor.  

1 Aralık 2023 Cuma

Şiddete maruz kalan, şiddet uyguluyor

Şiddet, öğrenilmiş bir davranış kalıbıdır

Kırıkkale’de eski eşi tarafından 10 yaşındaki kızının gözleri önünde bıçaklanarak öldürülen Emine Bulut, kadına yönelik şiddeti bir kez daha gündeme getirdi. Şiddet uygulayan bir kişinin kesinlikle sağlıklı olmadığını belirten uzmanlar, şiddete şahit olan ya da şiddete maruz kalan kişinin şiddet uyguladığına dikkat çekiyor. Uzmanlar, şiddetin öğrenilmiş bir davranış kalıbı olduğunu vurguluyor.

Kırıkkale’de eski eşi Fedai Baran tarafından 10 yaşındaki kızının gözleri önünde bıçaklanan 38 yaşındaki Emine Bulut, kurtarılamayarak yaşamını yitirdi. “Ölmek istemiyorum” diye feryat eden Emine Bulut ile “Anne lütfen ölme” diye ağlayan kızının görüntüleri, Türkiye’yi ayağa kaldırdı.

Kişilikleriyle ilgili sorunlar bulunabilir

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Sinem Zeynep Metin, şiddet olaylarının altında psikopatolojik etkenlerin bulunabileceğini söyledi. Yrd. Doç. Dr. Sinem Zeynep Metin, şiddete yönelen, şiddet uygulayan ya da benzer cinayetleri işleyen kişilerin kişilikleriyle ilgili sorunların bulunabileceğini ifade etti.

Yrd. Doç. Dr. Sinem Zeynep Metin, “Psikopataloji nedir? Şiddet eğilimli kişilerin kişilikleriyle ilgili sorunlar olabilir. Bu tür cinayetleri ve şiddet olaylarını gerçekleştiren kişilerin antisosyal kişilik bozukluğu olabilir, narsistik kişilik bozukluğu olabilir. İlişki kurmakta güçlük çeken bir kişilik olabilir ya da daha ağır psikiyatrik rahatsızlıklarda hastalığın etkisi altında kalan bir kişi şiddete yönelebilir” dedi.

Psikopat kişiliklerde vicdan geni yoktur

Psikopat kişiliklerde vicdan geninin olmadığına dikkat çeken Yrd. Doç. Dr. Sinem Zeynep Metin, “Bu tip şiddet eğiliminde olan kişilerin psikolojisi nasıldır? Birincisi psikopat kişiliklerde de görülen vicdan geninin olmaması olabilir. Bu kişilik tipinde beynin vicdanla ilgili bölgesinin çalışmadığını biliyoruz. Bu kişiler madde kullanımı etkisi altında olabilirler. Madde bağımlılığıyla kontrolsüz bir şekilde davranmaya meyilli olabilir. Kimi zaman alkol ya da madde kullanan kişilerin hastalıklarının ileri dönemlerinde özellikle eşlerine yönelik kıskançlık hezeyanları gelişebilir. ‘Bu kadın bana ait’, ‘Benden başka kimseyle birlikte olamaz’ şeklinde düşünceler ortaya çıkabilir. Şiddeti, şiddete maruz kalmış, şiddeti bir baş etme ve sorun çözme mekanizması olarak öğrenmiş ve böyle bir aile ortamında büyümüş kişilerin yapacağı bir davranış şekli olarak değerlendirebiliriz” dedi.

Şiddet, öğrenilir ve tedavi edilmelidir

Şiddet uygulayan bir kişinin kesinlikle sağlıklı olmadığını vurgulayan Yrd. Doç. Dr. Sinem Zeynep Metin, şunları söyledi:

“Şiddet uygulayan bir kişi, sonrasında pişman oluyorsa bu demektir ki geçmişinde buna maruz kalmış, başa çıkma yöntemi olarak öğrenmiş ve bazen istemsiz ve kontrolsüz bir şekilde uyguluyor ve sonra pişmanlık yaşıyor. Gündelik yaşantıda kesinlikle sağlıklı, sosyal hayatta sosyal uyumu iyi gözüken ama evde eşine ve çocuklarına şiddet uygulayan, iş yerinde altındaki kişiye mobbing uygulayan kişinin sağlıklı olduğunu söyleyemeyiz. Şiddet normalleştirilecek bir şey kesinlikle değildir. Şiddet uygulamak eğitimle ilişkili değildir, iyi eğitim almış kişiler de şiddet uygulayabilir. Kişinin bilgisi, görgüsü ve maddi imkanlarıyla ilişkili değildir. Bu öğrenilmiş bir davranış kalıbıdır. Bazı kişilerde genetik olarak doğuştan ya da hastalıkla ilişkili olarak şiddete eğilim vardır. Bu kesinlikle tedavi edilmesi gereken bir durumdur. Hiçbir koşulda bu nomal kabul edilemez.”

Kendinden güçsüze şiddet uyguluyor

Yrd. Doç. Dr. Sinem Zeynep Metin, şiddet uygulayan kişinin sadece kadına değil, gücünün yettiğine şiddet uyguladığını, bunların içerisinde de çocukların ve hayvanların da bulunduğuna dikkat çekti.

Kırıkkale’de yaşanan cinayete tanık olan kız çocuğunun doğru bir şekilde tedavi edilmesi gerektiğini ve yakın çevresinin desteğinin önemli olduğunu belirten Yrd. Doç. Dr. Sinem Zeynep Metin, “Çocuğun yaşadığı travmayı atlatması çok güç olacak. Düzgün tedavi ve terapi ile aile desteği çok önemli. Ailede kendisine bakım verecek anneanne, dayı, teyze ya da hala gibi bireylerle düzgün ve sağlıklı bir ilişki kurarsa, tedavi görürse ve terapi de alırsa yaşadığı travmanın etkileri hafifletilebilir” dedi.

Yrd. Doç. Dr. Sinem Zeynep Metin, şiddete maruz kalan ya da şiddete şahit olan kişinin çekingen, ürkek ve toplumdan kaçıngan bir şekilde hayatını sürdürebileceğini, psikiyatrik hastalıkların ilerleyen yaşamında ortaya çıkabileceğini kaydetti.

30 Kasım 2023 Perşembe

Bu belirtiler hastalık fobisini işaret ediyor…

Bu belirtiler hastalık fobisini işaret ediyor…

Örtülü stres kanser hücrelerini uyandırıyor! 

Fobi tarzında bir hastalık korksunun ortaya çıktığını belirten Pskiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, hastalık fobisi olan kitlenin çoğaldığını ve hastanelerin risk altında olduğunu vurguluyor. Bazı bireylerde örtülü strese de rastlandığını ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Örtülü stres, duygularını bastıran kişilerde çok oluyor. Duygu ifadesine izin vermedikleri için devamlı stres bağışıklık sistemini bastırıyor. Örtülü stres, vücuttaki uyuyan kanser hücrelerini uyandırır ve kişide kanser başlar” dedi.

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, sağlığın önemine değindi ve hastalık fobisi hakkında önemli değerlendirmelerde bulundu.

Sağlığın kıymeti kaybedildiğinde anlaşılıyor

Son dönemde insanların sağlığa daha çok önem vermeye başladıklarını belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Özellikle genç nüfus sağlığı çok hoyrat kullanıyordu. İnsanlık hoyrat kullanıyordu. Belli bir yaşa gelince sağlığın kıymeti anlaşılıyordu. O açıdan insan sahip olduğu küçük şeylerin kıymetini bilmek gibi insanın mutluluk biliminin temel öğretilerinden olan bir beceriyi unutmuştuk. Küçük şeylerden mutlu olmak önemli çünkü biliyorsunuz kapital sistem tüketerek mutlu olmayı amaçladığı için üreterek mutlu olmayı önemsemiyor. Yani üreterek mutlu olmak, tüketerek mutlu olmaya tercih ediliyor. Bu salgın aslında insanlara ölümlü dünyada yaşadıklarını hatırlattı. Bunun için sağlığını da kaybettiğin zaman kıymetini anlıyorsun ama çok geç oluyor. Hastalıklar yaşam stilinin yanlış olmasından kaynaklanıyor. Yemek, içmek, beslenmek, hareket gibi böyle yani yaşam felsefesi gibi konular önemli. Sağlık konusunda endişesi artan bir grup var” dedi.

Hastalık fobisi olan kitle çoğalmaya başladı

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, fobi tarzında bir hastalık korkusunun ortaya çıktığını söyledi ve sözlerine şöyle devam etti:

“Bu kitle de epeyce çoğaldı. Hastalık fobisi oluştuğu için riski alan hastanelerdir. Fobisi olanlar böyle durumlarda hastanelere daha çok gitmeye başlıyor. Sürekli gidip orada tahlil yaptırmaya, kuyruklara girmeye başlar. Bu durum daha büyük riskler oluşturuyor. Bunun dozunu kaçıranlar da oldu. Hastane ve sağlığın dışındaki her şeyi yok sayarak yaşamaya çalıştılar. Fobisi olanların bir kısmında sağlık endişesinden öte hastalık fobisi var. Sağlık endişesinde sağlıktan endişe duyar, sık sık tahlil yaptırır, bir yer uyuşsa hemen doktora gider, birçok tahlile girer ama olumsuz sonuç çıkmadığında rahatlama olur. Bir gün sonrasında başka bir rahatsızlık hissettiğini düşünürse yine gider. Aslında bu somatizasyon bozukluğu denilen bir rahatsızlık. Kişi hasta olmadığı halde hastalıkla ilgili aşırı uğraşısı olur ama onda hastalık korkusu yoktur, hastalık uğraşı vardır.  Hipokondriyazisin hastalık korkusu ve sağlık endişesi ayağı var. Hastalık korkusu olan kişiler hastalık kelimesini anmaz. Sağlıkla ilgili her şeyden kaçarlar. Misofobi yani mikrop korkusu olanların hastalık fobisi vardır. O korkularda da tam tersi kaçınma oluyor.”

Hastalığı yok sayarak yaşıyorlar

Kişinin hastalıklarla ilgili bir korku duyması doğal olduğunu ifade eden Tarhan, “Tüberküloz ya da başka hastalıkların kendisinde olup olmayacağı ile ilgili korkuya kapılabilirler. Korku olan kişilerde iki türlü tepki oluyor. Bir kısmında sağlık endişesine dönüşüyor. Sık sık tahliller yaptırıyorlar, birçok doktora gidiyorlar. Bir kısmında da hastalık fobisi oluşuyor. Hastalığı yok sayarak yaşamaya çalışıyorlar. Kaçınma davranışı ortaya çıkıyor. Hastalık fobisi olanlar hastalığı ilerlese bile yine doktora gitmez. İleri yaşta olsa bile çocukları tahlile götüremezler. Hastalık çıkması ile ilgili korkuyu yok sayarak kendini rahatlatmaya çalışır. Bu hastalık fobisi tarzında dediğimiz durum ortaya çıktığı zaman oluyor. Başka korkuları yoksa sadece ölüm korkusu varsa monofobi olmuyor. Bu tarzdaki korkusu olanların tedavisi farklıdır. Sağlık endişesi olanlarda sağlıkla ilgili beklenti seviyelerine bakarız. Sağlıktan hiçbir belirtisi olmamayı mı anlıyor? Hiçbir yere kaçamayacak gibi mi anlıyor? Böyle anlarsa ufacık bir yer kaşındığı zaman ufacık bir şey olduğu zaman hemen telaşlanır. İnsan ilginç bir varlık. Bazı insanların hayatında korku egemendir. Yani verdiği bütün kararlarda korkunun tesiri olur. Korkular o kişinin değer yargıları haline gelmiştir” dedi.

Narsistlik yatırımını bedenlerine yapıyorlar

Vücudumuzun patronu olmadığımızı kabul etmemiz gerektiğini belirten Tarhan, “Vücudumuzda bizden daha akıllı bir sistem yaratılmış. Yani vücudumuza bir mikrop girdiği zaman hijyen kurallarına uyduğumuzda o mikrop ilerleyemez. Hijyeni sağlayamazsak ilerler, lenf bezlerine yayılır, ihmal edersek yaralar oluşmaya başlar. Hekimler sadece tedavi zincirinde kayıp bir halkayı bulup onu yerine koyar. Mikrobu hemen yok edip hızla iyileştirecek birkaç ilaç verir ve ondan sonra zaten vücut geri kalanı kendisi yapıyor. Yaratan öyle bir sistem yaratmış ki biz haddimizi bileceğiz. Onun için vücudumuzdaki sisteme saygı duyacağız. Benim sağlığım neden dört dörtlük olmuyor diye devamlı oturup 60 dakikanın 59 dakikası kendini inceleyenler var. Şuram nasıl, buram nasıl, ne olacak, eyvah ya hasta olursam, ya ölürsem gibi en kötü senaryolar devamlı olunca artık her şeyi aksıyor. Zihnini meşgul eden bu düşüncelerden dolayı uykuya dalamıyorlar. Bu kişileri narsistlik yatırımını bedenine yapmış kişiler diye tanımlıyoruz” ifadelerini kullandı.

Kişilerdeki sağlık endişesi incelenmeli

Kişide sağlık endişesi var mı, beklenti düzeyi yüksek mi yoksa kaçınma davranışı var mı ona bakıldığını ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kaçınma davranışı varsa evden çıkmıyor. Sağlık endişesi var mı onu incelemek lazım. Sağlıkla ilgili zihinsel uğraşısı fazla olursa o zaman sağlık endişesi oluyor. Bir de literatürde nosofobi olarak bilinen hastalık korkusu genellikle eşlik ediyor. Bu tür durumlarda bir alt boyut panik bozukluğudur. Panik bozukluğun da biyolojik boyutu var. Bunlar varsa kişide ve hangisi ön plandaysa onunla ilgili tedavi planı yapılıyor” diye konuştu.

Kronik stres yağ ve şeker depolarını kana boşaltıyor

Beynimizde otonom sinir sistemimizin regülasyonu ile ilgili hipotalamus adında bir bölge olduğunu belirten Tarhan, “Heyecanlanınca kalbimiz çarpar, korktuğumuz zaman savaş ve kaç tepsisi olur. Savaş ve kaç tepkisi olursa omuz boyun kasları kasılır, tansiyon ve damar direnci yükselir. Eğer kişide kronik stres varsa böyle durumlarda kişi devamlı stres hormonu salgıladığı için vücuttaki yağ depoları, şeker depoları kana boşalır. Kardiyoloji kliniklerinde ikinci kalp krizi geçirenlere yeni bir atak geçirmesin diye hiç sorgulanmadan hemen antidepresana başlanıyor. Çünkü post stroke depresyonlar var. Felçten sonra depresyonlar vardır. Kalp krizi sonrası onlar için otomatik yapılır. Bu ölçü daha önce ölçülemiyordu” dedi.

Beynimizde sağlıkla ilgili alarm mekanizması var

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ‘Aslında otonom sistemimizi beynimizdeki kimyasallarla yönettiğimizi tespit ettik’ dedi ve sözlerine şöyle devam etti:

“Bazıları aşırı salgılatıyor, bazıları hiç salgılatmıyor. Otonom sinir sistemi orkestra gibi çalışması lazımken orkestradaki ritim bozuluyor. Biz bu durumda beyindeki o bozulan bölgeyi ölçebiliyoruz. Beyinde stres seviyesi yükseliyor ve seratonin depoları boşalıyor. Beyinde seratonin azalması var diyoruz. Beynimizde sağlıkla ilgili alarm mekanizması var. O bozulduğu için bu kişiler ufak bir şeyden beyin aşırı tepki veriyor. Bunu bilerek yapmıyorlar. O kişiye ‘hasta değilsin, takma kafana geçer, kendi kendinin doktoru ol’ gibi öneriler sunulmamalı. Bu onlara kötülük yapmaktır. O kişiye önce beyin kimyasını düzelten bir tedavi yapılır. Bu standart ilaç tedavisidir. Yeterli değilse ikinci aşamaya geçilir. Manyetik uyarım tedavisi yapılıyor. O yapılır ve aynı zamanda her seferinde standart olarak psikoterapi gerekir. Beyin fonksiyonlarını ölçerek gerçekleştirilen tedavi yöntemi var. Bu yöntem dünyada gelişti. Çocuklarda dikkat eksikliğini de ölçebildiği onaylandı. Bunları biyolojik kanıtlarla gösteriyoruz ve onun üzerinden tedaviye gidiyoruz.”

Mantıksal çözüm ürettiklerinde rahatlıyorlar

Psikoterapide kişinin düşünce hatalarını belirlediklerini ifade eden Tarhan, “Sağlıkla ilgili kaygılarını belirleriz, o kaygıları rasyonel şekilde çözmeyi öğretiriz. Mantıksal çözüm üretirse kişi rahatlıyor üretemezse zaten hastalık kronikleşiyor. Yani artık evinden çıkamayacak noktaya gelmiş vakalar var. Evden dışarıya yalnız çıkamıyor, evde yalnız kalamıyor. Böyle davranışlar yaşam kalitesini çok bozar ama bilerek yapmıyorlar. Bu tedavisi olan bir durum. Sağlıklı bir insan, bakınca öyle gözüküyor ama bu kişilerin beyni farklı çalışıyor. Beyinlerinde otonom sinir sistemini yöneten bölgesi bozulmuş oluyor” dedi.

Duygularını bastıran kişilerde örtülü stres görülüyor

Bazı kişilerde de örtülü stres olabildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan, sözlerini şöyle tamamladı:

“Örtülü streste kişi stresli değilim, neden tansiyonum çıksın, neden elim ayağım uyuşsun, kalbim çarpsın diyor. Bu kişilere stresten olduğunu söyleyince stresim yok diyorlar. O zaman da doktorun kendisini anlamadığını düşünüyor. Örtülü streste kişi stresli olduğunu bilmez, stres organ diliyle yaşanır. Stres damarı kasar, tansiyonu yükseltir, omuz boyun sırt kaslarını kasar. Örtülü stres duygularını bastıran kişilerde çok oluyor. Duygularını bastırdıkları için bu kişiler duygu ifadesi yapamazlar. Bir şeye üzüldüklerinde, kızdıklarında içlerine atarlar, kendileri ile savaşırlar. Bu durumda beynin motorilazyoslarında duygu ifadesine izin vermedikleri için devamlı stres bağışıklık sistemini bastırır. Vücuttaki uyuyan kanser hücrelerini uyandırır ve kişide kanser başlar. Onun için bu örtülü stresi de unutmasınlar. Benim stresim yok deyip umursamaz davranmamaları gerekir.”

29 Kasım 2023 Çarşamba

Uyuyorum ama yorgunum neden böyleyim

Uyuyorum ama yorgunum neden böyleyim
Uzmanlar kaliteli bir uykunun sağlık üzerindeki etkilerini bütünsel sağlık yaklaşımıyla ele aldı ve yorgun uyananlar için önerilerde bulundu.

Günlük hayatın yoğunluğu ve stresi, insan sağlığı üzerinde olumsuz etkiler bırakabiliyor. Bu etkileri en aza indirgemenin ve sağlıklı bir yaşam sürebilmenin yolu kaliteli uykudan geçiyor. Uyku, vücudun dinlenmesi, kendini yenilemesi ve iyileştirmesi kritik önem taşıyor. Fiziksel ve zihinsel sağlığı etkileyen birçok önemli işlev uyku sayesinde sağlıklı çalışıyor.

Uyuyorum ama dinlenemiyorum? Her sabah yorgun uyanıyorum? Neden böyleyim? gibi sorular birçok insanın kendine sorduğu, fakat önemsemediği sorular. Bunun beden ve ruh sağlığı açısından birçok sebebi olabilir.

Bedeninizin Sesine Kulak Verin

LifeClub Aile Hekimi Uzm. Dr. Aslı Azakoğlu Karaca, bütünsel sağlık açısından uykunun öneminin altını şöyle çizdi: “Sabahları çalar saat çalmadan kalkamayan bir yapınız varsa, yatakta biraz daha oyalanayım diyorsanız, bu sizin yeterli uykuyu almadığınız ve gece uyku kalitenizin iyi olmadığı anlamına gelir. Tek başına uykusuzluk ya da sabah yorgunluğu bir hastalık olmadığı için, bu durum farklı bir hastalık belirteci olabilir.

Zaman geçirmeden hekiminize başvurup, genel tetkik yaptırmalı ve önce vücudunuzda yolunda gitmeyen neler olduğunu beraberce tespit etmelisiniz. Bütüncül sağlık yönetiminde;  ruh, zihin ve beden bütünlüğü birlikte ele alınır. Psikolojinize, sosyal ilişkilerinize ve bedeninizin sesine kulak vermelisiniz. Ayrıca hormonlarınıza, açlık kan şekerinize, vitamin ve mineral değerlerinize baktırarak, beslenmenizi gözden geçirilmelisiniz. Günlük tükettiğiniz kafein miktarına ve saatlerine de dikkat etmeli, düzenli hareketin hayatınızdaki yerini sorgulamalısınız.

Sabah yorgunluğuna; kalp problemleri, hormonal bozukluklar, ortopedik ya da romatolojik bozukluklar, anemi (kansızlık) tablosu, uyku apnesi gibi tanısı bazen kolay bazen de zor konabilecek hastalıklar sebep olabilir. Bunun yanı sıra ruhsal çöküntü, beslenmedeki hatalar; gece ağır ve sindirimi zor besinlerin tüketilmesi, şeker ve karbonhidrattan zengin gıda tüketimi, susuzluk, gece geç saatlere kadar ekran başında kalmak gibi durumlar da sebep olabilir”

Belirsizlik Sendromuna Sebep Olabilir

Uyuyorum ancak sürekli yorgunum diyorsanız sebebi “belirsizlik sendromu” da olabilir diyen LifeClub Uzman Klinik Psikoloğu Cansu Karaman ise; “Belirsizlik, sonucunu bilinmeyen herhangi bir durum olabilir. Belirsizliğin sürekli olduğu ve insanlarda isteği, motivasyonu, devamlılığı etkilediği durumlara ise "belirsizlik sendromu" denmektedir. Belirsizlik, günlük yaşamınızda yerine getirmeye çalıştığınız görevlerinizi etkilemeye başlayıp, işlevselliğinizi olumsuz etkiliyorsa, belirsizlik sendromu yaşıyor olabilirsiniz.

Belirsizlik sendromu şu belirtilerin ortaya çıkmasına neden olabilir: Uyku sorunları (çok uyuma, hiç uyuyamama, uykuya dalmada güçlük çekme), yeme bozuklukları (çok yeme ya da hiç yememe), ilişkilerde sorunlar, çabuk öfkelenme, yaşamdan keyif alamama (önceden sevilen ve yeni hobilerin artık keyif vermemesi), gerginlik, sürekli yorgun hissetme, motivasyon düşüklüğü.

Ancak dikkatli olunması gereken en önemli nokta bu belirtilerin farklı psikolojik sorunlarda da gözüküyor olmasıdır. Bu belirtilere sahip olan kişilerde belirsizlik sendromuna neden olan olayların açığa çıkarılması büyük önem taşıyor” dedi.

Belirsizlik Sendromu ile Nasıl Başa Çıkılır?

Yaşamımız boyunca kontrolümüzde olan ve olmayan durumları fark etmemiz önemlidir. Başımıza gelen olayları kontrol edemeyiz, fakat başımıza gelen olaylara vereceğimiz tepkiler kendi kontrolümüzdedir diyen Uzm. Klinik Psk. Cansu Karaman, belirsizlik sendromu ile baş etmek için şu teknikleri öneriyor:

• Kontrolünüzde olan şeylerin bir listesini yapın. Kimlerle iletişim içinde olacağınız ve ne tarz kitaplar okuyacağınız sizin kontrolünüzde olan şeylerdir.

• Kendinize ne düşündüğünüzü belli aralıklarla sorun ve gün içinde zihninizden geçenleri not alın.

• Hissettiğiniz duyguları not alın. Hangi duyguları yaşadığınızı farkında olmak düşünceleriniz arasında köprü kurmanızı sağlar. Zaman zaman bu notlara bakmak sizlerde yeni farkındalıklar oluşturacaktır.

• Nefes egzersizlikleri ve bilinçli farkındalık egzersizleri yapmayı deneyin.

• Alternatif düşünceler geliştirin. Bir durumun birden fazla açıklaması olabilir. Belirsizlik durumu stres yarattığında olumsuz düşüncelerin zihninizi kaplaması bunların gerçek olduğu anlamına gelmez. Bu nedenle o durumla ilgili başka açıklamalar bulmak sizin için faydalı olabilir.

• Sizi belirsizliğe sokacak durumları keşfedip bunlarla baş etme becerisi oluşturacak en iyi yol psikoterapidir. Psikolojik destek almayı ihmal etmeyin.

28 Kasım 2023 Salı

Ruhunuzu ehil olmayan kişilere emanet etmeyin

Hem Türkiye'de hem de dünyada psikolojik rahatsızlık yaşayan kişilerin sayısı her geçen yıl biraz daha artıyor. Bu durum iyi bir ruh sağlığı uzmanı arayışını da beraberinde getiriyor. 

DoktorTakvimi.com uzmanlarından Psikolog Didem Tekin, günümüzde yaşam koçları, NLP uzmanları,sosyoloji eğitimi almış kişiler ya da denkliği tanınmayan üniversitelerden eğitim almış kişiler kendini psikolog olarak tanıttığını hatırlatarak "Ruhumuzda, sağlığımızın bir parçasıdır. Onu ehil olmayan insanlara teslim edersek ciddi zararlarla karşılaşabiliriz" diyor.

Dünyada psikolojik iyi oluş üzerine yapılan çalışmalar her geçen gün artarken insanlar stresten ve psikolojik rahatsızlıklardan uzak bir yaşam sürmenin yollarını aramayı sürdürüyor. Sağlık Bakanlığı verilerine göre psikolojik rahatsızlıklar nedeniyle hastanelere başvuran kişi sayısı son beş yılda yüzde 330 arttı. Ruh Sağlığı Profil Çalışması Türkiye'de nüfusun yüzde 18'inin hayatı boyunca bir psikolojik rahatsızlık geçirdiği ortaya konuyor. ABD'de Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü'nün yapmış olduğu en büyük epidemiyolojik çalışmaya göre ise bir psikiyatrik rahatsızlığın toplumda bir ay içerisinde görülme oranı yüzde 15 olarak ifade ediliyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) çalışmalarına göre dünya genelinde 300 milyondan fazla insan depresyonla baş ediyor.

İlaç tedavisinde nüks daha fazla görülür


Tüm bu verilerin ruh sağlığı alanında tedavi arayışının da arttığını gösterdiğine dikkat çeken Psikolog Didem Tekin, psikolojik rahatsızlıkları olan bireylerin iyi bir ruh sağlığı uzmanı arayışına girdiğini hatırlatıyor. Tekin, psikiyatrist ve psikolog arasındaki farkı şöyle açıklıyor: "Psikiyatristler hastaları ilaçla tedavi eden, tıp fakültesini bitirmiş ve üzerine 4 yıl psikiyatri uzmanlığı yapmış hekimlerdir. Psikologlar ise lisans eğitiminde psikoloji eğitimi almış, psiko-terapi ve danışmanlık hizmetleri veren kişilerdir. İlaç tedavisi ve psiko-terapi arasındaki fark nedir? İlaç tedavisi hızlı ve ucuz olan bir yöntemdir. İlaç tedavisinin etkisi hemen görülebilir fakat nüks dediğimiz rahatsızlığın yeniden ortaya çıkma durumunun fazla olduğu tedavi yöntemidir. Psiko- terapi ise pahalı ve uzun süren bir yöntemdir, ancak nüksün çok az görüldüğü tedavi yöntemidir."

İyi psikolog aldığı eğitimleri uygulayabilen tecrübe sahibi kişilerdir


Psikoloji alanında lisans eğitimini tamamlayan herkesin psikolog olabildiğini ama bunun iyi bir psikolog olmak için yeterli olmadığının altını çizen Psikolog Didem Tekin, "Kişi eğer klinik alanda hizmet verecek ise klinik alanda yüksek lisans, doktora yaparak uzmanlaşmıştır. Ayrıca Türkiye'de birçok farklı psiko-terapi eğitimi veriliyor. Bu eğitimleri alan ve terapist olmaya hak kazanmış kişiler iyi bir psikolog olabilir. İyi bir psikolog sadece eğitim almış kişi değildir, aynı zamanda aldığı eğitimleri uygun ortamlarda uygulayabilen tecrübe sahibi kişilerdir. Alınan eğitimler klinik alanda kullanılmadığında tecrübe kazanılmadığında bir anlam ifade etmeyebiliyor" diyor.

Sahte psikologlara dikkat!


Bir diğer önemli konunun ise sahte psikologlar olduğuna dikkat çeken Tekin, ülkemizde psikologlara ait bir yasa olmadığı için denetlenmeyen bu alanda birçok kişinin kendini psikolog olarak tanıtabildiğini hatırlatıyor. "Yaşam koçları, NLP uzmanları, Newport gibi ülkemizde denkliği tanınmayan kuruluşlardan eğitim almış veya sosyoloji lisansı almış kişiler, kendilerini ruh sağlığı uzmanı veya psikolog olarak tanıtıyorsa bilin ki sahte psikologlar onlardır" diyen Tekin, şöyle devam ediyor: "Ruhumuz da, sağlığımızın bir parçasıdır. Onu ehil olmayan insanlara teslim edersek ciddi zararlarla karşılaşabiliriz."